Sanat Toplum

Edebiyatçı değil masalcı: Mario Puzo

“Ben bir edebiyat adamı değil, sadece iyi bir hikâye anlatıcısıyım.”

Mario Puzo

15 Ekim 1920′de doğan Mario Puzo, İtalya’dan ABD’ye göç etmiş, son derece fakir bir ailenin çocuğudur. Aklı fikri kitaplarda olmasına rağmen ailesinin ekonomik durumu, yazabilmesine uzun süre engel olur. Fazla serseri ruhlu bir çocuk olduğundan, gençliğini kumar oynayarak geçirir. Otoriter annesinden çekindiği için gangster olamaz, kumarı bile gizli gizli oynar. Gençliği Manhattan’da, Hell’s Kitchen civarında geçen bir İtalyan göçmeni için sessiz sakin oturmak pek zordur. Sürekli gördüğü ve duyduğu Sicilya mafyasına özenir ancak aralarına girmeyi bir türlü başaramaz. Emir almayı sevmeyen biri olmasına rağmen kavgayı, adam öldürmeyi legal kabul eden tek kurum olan askeriyeye yazılarak içindeki özgür ruhu(!) burada açığa çıkarmayı dener.

Ancak gözlerindeki bozukluk nedeniyle geri görevde tutulan Puzo, ordu tarafından Almanya’da halkla ilişkiler üzerine görevlendirilir.

Savaş bittiğinde bir süre Almanya’da kalır ve Erica adında bir kadınla evlenir. İlk çocuğunun doğmasının ardından Erica ile birlikte ABD’ye döner. Klasik Sicilya aile yapısına dayanarak üst üste çocuk sahibi olur ve iki işte birden çalışmasına rağmen beş çocuklu ailesine para yetiştiremez duruma gelir.

Eskiden beri yaptığı en iyi şeyin yazmak olduğunu düşünmektedir. Bir fırsatını bulur ve New York Times için kitap eleştirileri yazmaya başlar. Bu esnada ilk kitabı Dark Arena’yı (Karanlık Arena) yazar (1955). Kitap savaştan dönen bir askerin hikâyesi, kendi yaşamıdır. Ancak bu kitaptan para kazanamaz. (Kanımca Mario Puzo’nun en başarısız kitabıdır.)

10 yıl sonra ikinci kitabı The Fortunate Pilgrim’i (Şanslı Yolcu) yazar (1965). Daha sonra sinemaya aktarılan ve rekorlar kıran kitaplarına rağmen, en sevdiği kitabının Şanslı Yolcu olduğunu söyler Mario Puzo, çünkü bu kitapta annesini anlatmıştır. Edebiyat dünyasında bir miktar isminin duyulmasını sağlayan bu kitap, Puzo’ya para kazandırmaz. O bir edebiyatçı değil, hikâye anlatıcısıdır ve para kazanabilmek için yazmaktadır, bunu sık sık dile getirir.

1966 yılında bir deneme daha yaparak The Runaway Summer of Davie Shaw adında kısa bir macera kitabı yazar. (Okumadım, bilmiyorum.)

Kitaplarının okunmaması, hedeflediği parayı kazandırmaması Puzo’nun canını sıksa da vazgeçmez, bu kez Mario Cleri mahlasıyla, 1967 yılında Six Graves to Munich adında bir kitap daha yazar. Bu da tutmaz.

Kendisinin, annesinin, eşin dostun hikâyelerini yazmanın kitap dünyasında pek ilgi çekmediğini anlayınca, Sicilya’dan ve ABD’deki Sicilya mafyasından gördüğü; iyi bildiği bir dünyayı yazmaya karar verir.

İşte bu esnada şans yüzüne güler. New York’un büyük ailelerinden birinin mensubu olan bir tetikçi, çıkarıldığı mahkemede omertayı hiçe saymakta, bütün ailelerin işlediği suçları ve çalışma yapılarını tek tek anlatmaktadır. Bunu gören Puzo, seri halinde yakalananların itiraflarını hükümetten ister ve bu bilgileri de kullanarak ilk mafya kitabının temellerini oluşturmaya başlar.

Onu fakirlikten kurtaracak olan aile, kafasında tüm bireylerini tek tek oluşturduğu Corleone Ailesi olacaktır.

1965 yılında yazmaya başladığı The Godfather’ı (Baba), 1968 yılında tamamlar. 1969 yılında satışa çıkan kitap, tam 68 hafta satış listelerinde kalır, dünya çapında 20 milyondan fazla satılır.

Pek tabiidir ki, böylesine başarılı bir mafya hikâyesinin sinemaya uyarlanmaması hikâyenin ziyan edilmesi anlamına gelir. Yapımcı firma Paramount Pictures, Mario Puzo ile anlaştıktan sonra önce Sergio Leone‘ye teklif götürür. Ancak o zamanlar yılan hikâyesine dönen C’era una volta in America üzerinde çalışmakta olan Sergio Leone, “kendi mafya filmimi kendim çekiyorum, azmettim tamamlayacağım bu filmi,” diyerek teklifi reddeder.

Bunun üzerine Francis Ford Coppola ile anlaşılır. Paramount’un isteksizliğine rağmen, Mario Puzo’nun ısrarlarıyla, Vito Corleone rolü için Marlon Brando seçilir. Kimsenin umursamadığı Al Pacino ise Michael Corleone olacaktır.

(Al Pacino ve Robert De Niro arasındaki rekabet bu film serileriyle başlar. İkisinin de yıldızı yakın dönemde vizyona giren ve ikisi de klasikler arasına giren mafya filmiyle parlamıştır ve aralarındaki rekabet bugün de devam eder.)

Galası 1972 yılında yapılan film, Gone with the Wind‘in 33 yıllık rekorunu kırarak 244 milyon dolar hasılata ulaşır. Oscar törenlerinde Marlon Brando en iyi oyuncu ödülünü havaya kaldırırken, en iyi senaryo ödülünü Mario Puzo’nun vekili alır, çünkü Puzo filmin ödül alacağına inanmadığından törenlere de gelmemiştir.

Bu başarının ardından, The Godfather: Part II çekilir ve 1974 yılında vizyona girdiğinde, Oscar alan ilk devam filmi olarak tarihe geçer.

Mario Puzo bu esnada gelen senaryo tekliflerinden birini kabul eder ve 1 milyon dolar karşılığında Superman‘in senaryosunu yazar (1978).

Artık her şey yoluna girmiştir. Bir yandan çocukluğundan beri bağımlı olduğu şekilde doya doya kumar oynarken, ismini unutturmamak için arada bir kitap daha yazar. 1978 yılında piyasaya çıkan Fools Die (Aptallar Erken Ölür) yine eleştirmenlerden iyi notlar alan başarılı bir kitaptır. Gece hayatı, kumar ve kadınlardan bahseden bu kitapla, yine kendi hikâyesini anlatmıştır.

Küçüklüğünden beri hayalini kurduğu paraya, zenginliğe ve şöhrete kavuşmuş, en büyük hastalığı olan kumarı istediği gibi oynar olmuştur ama hayat bir yandan verirken bir yandan alır ve karısı Erica’nın ölümüyle yıkılır.

Depresyona giren ve kendini toparlaması yıllar süren Puzo, altı yıl aradan sonra, 1984 yılında The Sicilian’ı (Sicilyalı) yazar.

Ekonomik durumu yeniden bozulur ve ilk iki filmin kaymağını yemek isteyen yapımcıların teklifine evet diyerek The Godfather: Part III‘ün çekilmesine yardımcı olur. Ancak film birçok eleştirmenden geçer not alamaz, zaten Puzo da bu filmi pek sevmemiştir.

Kumar bağımlısı olması nedeniyle milyonlarca dolarlık servetini yeniden tüketir ve parasız kalır. Üstüne bir de Las Vegas’ta kumar oynarken kalp krizi geçirip ölümden dönünce, kumara tövbe eder. Ancak hem The Godfather üçlemesi hem de Sergio Leone’nin “Bir zamanlar” üçlemesinden aldığı ilhamla, The Godfather’ı bir mafya üçlemesinin ilk kitabı yapmaya karar verir.

Bir yandan üçlemesine çalışırken bir yandan da benim vatana hizmet gibi kabul ettiğim The Fourth K (Dördüncü K) adlı kitabını yazar. (ABD Başkanı’nın kızını kaçıran bir terörist grubun hikayesini anlatan heyecanlı bir kitaptır bu da.)

1996′da serinin ikinci kitabı The Last Don’u (Son Baba) yazar. Eleştirmenlerden çok iyi notlar alan The Last Don, Puzo’ya yeniden para kazandırmıştır. Ancak serinin son kitabı Omerta’nın tamamlanmasından birkaç gün sonra yaşamına veda eder (2 Temmuz 1999).

Omerta 2000 yılında, The Family (Aile) 2002 yılında yayınlanır ve sadece para kazanmak için kitap yazan Puzo, son iki kitabının yayınlandığını göremez.

Yaşadığı hayat tarzı ve yazdığı kitaplar nedeniyle sık sık mafya üyesi olmakla suçlanan Mario Puzo, bu iddialara her zaman “bir mafioso olsaydım yine kumar oynardım ama para kazanmak için yazmak zorunda kalmazdım” şeklinde yanıt vermiştir.

Bir edebiyat insanı olmadığını her zaman vurgulamış, sadece hikâye anlatmayı sevdiğini söylemiştir. Ve kitaplarında muhteşem hikâyeler anlatmıştır.

Aralık 2008, Los Angeles

Bir de şu konular var

Siz ne dersiniz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.