Kuzey ve Doğu Avrupa kırsalının “casa”larına karşı Orta Avrupa kırsalının “gasthaus”ları var. Türkçesi aynı: misafirhane.
Avrupa’da yardımlaşma kültürünün pek yaygın olmaması, en küçük köylerde dahi bu tip minik otellerin açılmasını sağlamış zamanında. Şu anda bile birçok insan için şehir dışından gelen misafirin evde konaklaması çok yaygın bir anlayış değil.
Peki, bu kültür günümüzü nasıl etkilemiş? Nefis.
İster Alp Dağları olsun ister Karpat Dağları, kırsal alanda mimari müthiş şekilde korunuyor. Özellikle gelişmiş ülke dediğimiz ülkelerde gezdiğim hiçbir köyde halkın öyle kafasına göre bina diktiğini görmedim ben.
Bölgenin geleneksel mimarisi taşsa taş, ahşapsa ahşap olarak yapılıyor yeni binalar. Biri üç biri yedi katlı binalar yok. Tuğla, hazır beton, cam giydirme falan da yok. Hele ki sıvasız kırmızı tuğlalı, tepesinden kirpi gibi kolon filizleri fışkıran, buram buram sefalet kokan binalar hiç yok.
Halk bu şekilde olunca turizm de aynı minvalde ilerliyor. Bu bölge çok turist alıyor, haydi beş yıldızlı her şey dahil otel yapalım diyen çıkmıyor, çıksa da izin alamıyor.
O yüzden kimini köylülerin, kimini turizm şirketlerinin işlettiği, butik otel mantığıyla çalışan sevimli “casa’lar”, “haus’lar” cirit atıyor her yerde.
Köylülerin işlettiği minik oteller her zaman öncelikli tercihim. Çeşitli hayvan sesleri, gübre ve yanık odun kokuları arasında uyuyabilir, köylerde yetişmiş tazecik ürünlerle kahvaltı yapabilir, nefis kahveler içebilirsiniz.
“Ay ben 5 yıldızlı otelden başkasında kalamam şekerim,” diyen denyo turistlerle değil, maceracı gezginlerle muhatap olur, günün her saatinde muhteşem muhabbetler çevirebilirsiniz.
Türkiye ile kıyaslamak mı? Asla. Lafı bile olmaz. Uzungöl der çekilirim.
Ağustos 2018, Tschafein, Avusturya