Yaklaşık üç yıl önce, zincir mağazalardan birinin şubesinde bir tezgahtarla tanıştım. Hayatımda gördüğüm en meraklı insanlardan biriydi. Bambu ağacının nasıl yetiştiğinden, ürünlerin üretim yöntemine kadar yüzlerce detayı sorardı. Mağaza ziyaretini beklemez, olur olmaz zamanda telefonla arardı. Sadece Bambum değil, mağazada satılan tüm markalar hakkında türlü detayı öğrenmeye çalışırdı.
Bir gün sordum, sen neden bu kadar meraklısın diye. Dedi ki:
-Abi bu benim ilk işim. Yaşım daha genç. Şimdi tezgahtarım ama ileride ben de mağaza açacağım.
-Sermayen var mı bunun için?
-Yok. Ama sermaye bulunur. Öğrenmek ise sermaye bulmaktan daha uzun sürer. Sermayeyi bulup işi kurunca öğrenemem ki inceliklerini.
Aradan zaman geçti, bu arkadaşın ismi diğer mağazalarda da anılmaya başlandı. Dedikodu bazen iyidir, “vay şöyle çalışkan, vay böyle sıcakkanlı,” diye herkes anlattı durdu.
Yaklaşık bir yıl sonra, başka bir mağazaya müdür unvanıyla transfer oldu bu hanım kız. Maaştı, primdi, şuydu buydu derken, bugün 4.000 lira civarında bir gelirle hayatını sürdürüyor.
Üç yıl önce asgari ücretle birlikte çalıştığı arkadaşları, bugün de asgari ücretle farklı mağazalarda çalışmaya devam ediyorlar.
Eminim ki bu arkadaşın bir gün kendi mağazası da olur. İyi bir arabaya biner, daha rahat bir yaşam sürebilir.
O gün geldiğinde, “vay be parayı nerden bulmuş, kesin bir boklar yemiştir, haramsız olmaz bu işler,” diye bir ton dedikodu döner arkasından.
İşte o dedikoduları yapanların ağzına kürekle vurmak lazım.
İşiniz ne olursa olsun, hakkıyla yaparsanız kazanan siz olursunuz. Belki anında kazanmazsınız, ama uzun vadede mutlaka kazanırsınız.
Sevmiyorsanız, yapmayın o işi. Sevdiğiniz işi tespit edip ona yönelin. Sevmediğiniz işte, elinizin kenarıyla çalışarak, işvereninize de, kendinize de kötülük edersiniz.
Aşk yoksa, iş de yoktur.
Eylül 2016, İstanbul