Toplum

Ekmeksiz götür

Sanırım 7-8 yaşlarındayım. Tekirdağ’da anneanne evinde, yer sofrasında kahvaltı yapıyoruz. Arka bahçedeki kerpiç fırında pişmiş ıspanaklı börekten, dede bağında yetişmiş üzümlerin pekmezine kadar hepsi anneanne elinden geçmiş bol çeşit var sofrada.

Tabi ben zeytine acıkmış olarak doğduğumdan, sadece ona odaklanmışım, ekmeksiz götürüyorum. Bir ara anneannem durakladı, şöyle bir süzdü beni, sonra döndü anneme:

“Ck ck, çok müsrif yetiştiriyorsun bu çocuğu.”

“N’oluyor lan” diye kaldım ben. Kahvaltı yaparken ne gibi bir müsriflik yapabilirdim ki?

Ben anlamasam da annem anladı durumu. Sonra da zeytin tüketimi üzerine en önemli dersimi aldım anneannemden.

“Zeytin öyle yenmez yavrum, israf ediyorsun. Bak bir tane zeytini alıp ısır, koy kenara, sonra bir parça ekmek, bir parça başka şey ye, sonra zeytinin kalanını ye. İsraf etme, katık et.”

Çocukluğumdan beri zeytin düşkünüyüm ve ne zaman zeytin yesem bu ders gelir aklıma. Katık et, tavuk gibi yumulma. Yavaş ye, yavaş çiğne, ekmek ye, karnın doysun.

1940’ları, savaşları, yokluğu görmüş insanların anlayışı da farklı oluyor haliyle.

Hani bazen diyorlar ya “Türk insanı çok ekmek yiyor” diye, bunun bir sebebi var. Bir toplumu eleştirmeden önce tarihine bakmak lazım. Yokluğun, fakirliğin içinden geçti bu millet. O kadar kolay olmuyor yokluk döneminin en yakın dostu olan ekmeği bırakmak. Koskoca bir toplumun kodları ha deyince güncellenmiyor.

Bugün bile en temel savaşa “ekmek kavgası” diyor, bir gıdanın bolluğunu şakayla karışık “ekmeksiz götür” diye tanımlıyoruz.

Ve bu toprakların en az buğday kadar önemli bir ürünü olan zeytini, yeni yeni tanıyoruz.

Aralık 2016, Küçükkuyu, Çanakkale

Bir de şu konular var

Siz ne dersiniz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.