Cihan-ârâ cihan içindedir, arayı bilmezler,
Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.
Demiş Hayali, anlayana…
Karantina övelim, korkmaya devam edelim diye bin türlü hikaye yazılmaya devam ediliyor malum. Yok doğa canlandı, yok hayvanlar evine döndü, yok Kadıköy’den Ağrı göründü falan.
Elbette çalışmayan fabrikaların, uçmayan uçakların, yürümeyen motorlu taşıtların havaya saldığı karbonda, kurşunda bir azalma olacak. Bu da hem havada hem suda geçici bir berraklığa neden olacak.
Evden çıktığınız gün arabanıza binip gazlayacağınız, uçağa binip bir yerlere gideceğiniz için, fabrikalar kütür kütür mesai yapacakları için bu yapılan doğa geri döndü övgüleri mental mastürbasyondan öteye gitmeyecek maalesef.
Birçok şey eski haline dönmeyecek. Daha kötü olacak. Panikle kullanılan bunca deterjan, dezenfektan ve diğer kimyasallar nedeniyle daha kalıcı zararlar oluşacak doğada. Onların zararlarını ileride çekeceğiz.
Doğa geri döndü çığlıklarının arasında bir de yunuslar geri geldi nidaları var. İnsanlar eve kapanınca doğa o kadar aslına dönmüş ki, İstanbul Boğazı’na yunuslar gelmiş. Oley!
Yunuslar döndü çığlıkları İstanbul’da yaşayanların bu şehre ne kadar yabancı olduklarının, Hayali’nin söylediği gibi derya içre olup deryayı bilmediklerinin en acı göstergesi.
Doğma büyüme İstanbulluyum ve çocukluğum Beykoz’da, gençliğim Çengelköy ve Kadıköy’de geçti. Boğazdan hiç uzaklaşmadım, uzun seyahatlerden dönünce evden önce boğaza gittim ziyarete. İstanbul Boğazı o derece kıymetlidir benim için.
Boğaz sizin için çevresindeki restoranlarda yemek yenecek, kulüplerde coşulacak bir su birikintisiyse eğer, yunus falan görmezsiniz.
Yok, capcanlı faunası, güçlü akıntıları, haşmetli tarihi ve zarif manzarasıysa, kısacası İstanbul Boğazı’nı tanıyorsanız eğer, her zaman ve bol bol yunus görürsünüz. Mesele insanın bakmayı bilmesinde, yaşadığı şehri tanımasında yatıyor biraz da.
İstanbul Boğazı bir yunus yatağıdır aslında. İstanbul’un sürprizi değil simgesidir yunuslar.
Türkiye bir yarımada. Üstelik birçok ada ve yarımada ülkesinden farklı olarak birbiriyle tamamen farklı kimliklere sahip olan denizlere kıyısı var. Tuz oranı düşük ve soğuk Karadeniz’in kimliği başka, tuz oranı yüksek ve sıcak Akdeniz’in kimliği bambaşka. Haliyle bu kadar farklı denizlere kıyısı olan bir ülkede de sadece hamsi yaşayacak değil.
Balıkları geçtim, Türkiye sularında 11 tür deniz memelisi yaşıyor. Bunlardan en tatlısı Akdeniz Foku olmakla birlikte bol bol balinamız da mevcut. Konuya girmeden önce söylemek lazım ki balinalar ve yunuslar akrabadır. Yunus dediğimiz deniz memelisi, sınıfsal olarak üstten aşağı inince Balinalar takımının içindeki Dişli Balinalar alt takımına ait olan Yunusgiller familyasının bir üyesi.
Gelin şunları tek tek inceleyelim.
Akdeniz foku, ülkemiz denizlerinde yaşayan tek fok türü. Türkiye, Yunanistan ve Batı Afrika sahillerinde, kısacası Akdeniz’in her yanında cirit atıyor bu pofuduk arkadaşlar. Hatta sadece Akdeniz değil, Ege ve Marmara’da da yaşam alanları var. Özellikle Behramkale civarındaki ıssız bölgelerde karşılaşmak sürpriz değil. Lakin insanların bilinçsizce avlanması, her kıyı parçasına otel dikmesi ve hayvanlara yaşayacak yer bırakmaması nedeniyle Akdeniz foklarının nesli tehlikede. Şu anda tüm popülasyonun 600 civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu hayvanları görünce tüfekle vurmaya çalışan dangalak sayısı çok fazla olduğu için risk sürekli artıyor.
Kıyılarımızda bol sayıda bulunan balinalardan biri, insanları sıklıkla yanıltan mutur. Bu kerata bir “yunussu balina” türü olduğundan, genellikle yunusla karıştırılıyor. Yunuslar gibi gagası yoktur, biraz dikkatli bakınca tanınabilir. İstanbul Boğazı’nı mesken tutanlardan biridir bu kardeşimiz.
Kaşalot, nam-ı diğer ispermeçet balinası. Akdeniz’de denizaltı gibi gezer durur. Moby Dick neydi? Kaşalottu. Moby Dick ayh ne sevimli şeydi ama unutmayalım ki kaşalotlar ufak tefek canlılar değil, böyle iki oda bir salon abiler. Dişilerde boy 13 metreyi, ağırlık 20 tonu bulurken, erkeklerde boy 20 metreye, ağırlık 70 tona çıkabilir. İnsanoğlu zeki olduğu için bunları avlayabilir, yeterince zeki olmadığı için de haddinden fazla avlayıp nesillerini tehlike altına atabilir.
Bizde balina avcılığı pek yok ama bir kısım ülkelerde avlamaya devam ediyorlar. Eti sokaklardaki hayvan dostlarınıza aldığınız mamalarda, yağı da pürüzsüz bir cilde sahip olmak için kullandığınız kozmetik ürünlerinde kullanılıyor.
Uzun balina, nam-ı diğer oluklu balina. Bu arkadaş Türkiye karasularını ev bellemez ama sık sık ziyarete gelir. Ebatları itibariyle gök balinadan sonra denizlerin ikinci büyük canlı türüdür. Boyu 27 metre, öyle söyleyeyim. Kuzey ve güney kutupları hariç her yerde yaşarlar, zaman zaman Akdeniz’de denk gelinebilir, Ege’de görüldükleri de vakidir. Elbette öyle kıyıdan görünecek bir tür değil bu, kendini özgür hissettiği açık denizlerde dolanmayı tercih eder.
Yalancı katil balina. Kafası katil balinaya benzediği için böyle isim verilmiş, yoksa katillikle falan işi yok, efendi çocuk. 6-8 metrelik boyuyla bu arkadaş da Türkiye’nin tüm denizlerinde hoplaya zıplaya dolanır. Vücut yapısı nedeniyle bu da yunuslarla karıştırılabilir.
Cuvier gagalı balinası. Bak bu değişik bir canlı işte, utangaç, çekingen ve saldırgan. Kendini ifade etmeyi bilmeyen, o nedenle sosyal ortamlardan kaçıp zora geldiğinde şiddete başvuran insanlara benzer. Bin metreden derin suları tercih eder, gemilerden kaçınır, denk gelmek çok zordur. Zaman zaman Akdeniz’den ve Ege’nin güneyinden geçtiği bilinir. Pis kavgacıdır, diğer balinalarla da arası yoktur.
Gelelim yunuslara. İlk yunusumuz, afalina. Bir insandan yunus çizmesini istediğinizde önünüze koyacağı şey aşağı yukarı afalina olur. Zekasının, oyunculuğunun ve sevimliliğinin kurbanıdır bu garibim. Eğitiminin kolaylığı ve tatlış yüz ifadesi nedeniyle yunus parklarında en çok tutulan yunus türü afalina. Tam bir İstanbulludur. Boğazın her yanında görülür, Paşabahçe koyunda evi, Bakırköy’de yazlığı vardır. Karadeniz’de cirit atar. Tekneyle açılırsanız peşinize takılabilir, hoplaya zıplaya tekne çevresinde dolanabilir. Onunla ilgilendiğinizi fark ettiğinde hepten şımarabilir. Küpeşteden sarkıp bunlarla oynarken doyamayıp kendinizi denize atabilirsiniz.
Afalinanın bir özelliği de öğrendiğini öğretmesidir. Hayvanlar normalde içgüdüleriyle hareket ederler ve kuş uçmayı, ceylan koşmayı annesinden öğrenmez. Doğasında vardır, o bilgiyle doğar. Afalina ise öğrenmeye çok yatkın bir yunus olmasının yanı sıra, anne yunusların sonradan öğrendikleri bazı bilgileri yavrularına da öğrettikleri görülmüştür. Anne, kendi annesinden hiç görmediği, ilk kez insanlardan öğrendiği bir davranışı benimsemiş, yavrularına da öğretmiş, bunun da ötesinde yavrular anne olduklarında bu davranışları kendi yavrularına da öğretmişlerdir.
Muhteşem bir canlı afalina. Öyle boğazda görünce ay yunus hihi diye zıplayanların büyük kısmından daha zeki olma ihtimali var.
Sıradaki arkadaşımız tırtak. İsminin tırtlığına bakmayın, en az afalina kadar afacan bir yunus bu da. Şeklen birbirlerine çok benzerler. Uzaktan baktığınızda gemilerin çevresinde hoplayan yunuslara dikkat edin. Eğer geminin önünde suyun yarılmasıyla oluşan dalganın içinde yüzüyorsa tırtak, geminin yanında veya dümen suyunda zıplıyorsa afalinadır.
Yunuslar aile yaşamını sever, birbirine yardım eder. Sadece avlanırken değil, hasta yunuslara gıda getirmek, nefes alsın diye hep birlikte yüklenip su yüzeyine çıkarmak gibi davranışları vardır. Doğum esnasında sürüden bazı görevliler anne adayının etrafında çember oluşturup korurlar. Örnek alınacak bir kolektif yaşam vardır yunus sürülerinde.
Afalinalar daha küçük sürüler halinde dolanırken tırtaklar 1.000 yunusu bulan dev sürüler halinde dolaşırlar. Bu sürüler açık denizde atılmış balık ağlarına denk gelirse ne olur? Ağda yakalanmış ne var ne yok yutar, tonlarca balığı yerler. O nedenle balıkçılar tarafından pek sevilmezler. Zaman zaman silahla vurulmuş olarak kıyıya vuran yunus ölüleri genelde bu garibanlara aittir. Çünkü ağları kurtarmak isteyen balıkçılar takır takır sıkarlar bunlara. Koyun can derdinde kasap et derdinde, ne yaparsın işte. Bu dertler yüzünden de ne oldu? Tırtak 2003 yılından beri nesli tehlike altında türler listesine girdi.
Ampul gibi kafasıyla yunustan çok kabuksuz tosbağaya benzeyen arkadaşımız, boz yunus. İstanbullu değildir, boğazda görülmez. Akdeniz’de ve Ege’nin güneyinde bol bulunur. Genelde sıcak sularda dolaşır, 3 metreyi aşan boyu ve 500 kiloyu bulan ağırlığıyla en ağır yunus türüdür. Gördüğünüz gibi balık bile olsa sıcak sularda gevşeyip kilo almaya başlıyor.
En asosyal yunus, çizgili yunus. Sıfat olarak yunus camiasının en sevimli üyelerinden biri. Tüm yunuslar beyaz, gri ve siyah tonlardayken çizgili yunuslarda renkler daha açıktır, çizgileri yakışıklıdır, duruşu çok sevimlidir. Gel gelelim bu arkadaş çok derin ve sıcak suları sever, kıyılara pek yanaşmaz, diğer akrabaları gibi oyuna falan da gelmez. Öyle tekne kovalamak falan imajına ters. Bir de gururludur ki sorma gitsin. Yakalanıp havuzda beslenen çizgili yunusların hiçbiri yemek yememiş, özgürlüklerinden ödün vermemişlerdir. O nedenle öyle balık parklarına falan hapsedilemezler. Aslanım benim.
Gördüğünüz gibi Türkiye karasuları öyle yabana atılacak sular değil. Hem sıcak hem soğuk sulardan oluşan denizlerimize ek olarak bir de iç denizimiz var. Kaç ülkeye nasip olmuş böylesi bir zenginlik?
Ancak bizde bu sulara sahip çıkacak bilinç yok maalesef. Avcılar suçlu mu, evet. Tesadüfi yakalama dediğimiz yunusların balık ağlarına takılması durumu, yasak olmasına rağmen yunus avcılığında ısrar edenlerin verdiği hasar ve trolcülerin, sonarcıların yediği herzeler sonucunda deniz memelilerinin popülasyonu da büyük zarar görüyor. Yılda 4.000’e yakın yunusun ağlara takılarak boğulduğu biliniyor. Ağlardaki balıkları yiyorlar diye yunuslara ateş açanlar da cabası. Ayrıca diğer balıkları o kadar büyük bir açzöglülükle avlıyoruz ki, yunus ve balinalara yiyecek bir şey kalmıyor. Açlıktan ölüyor garipler.
Bunun yanı sıra sağa sola atılan çöpler, özellikle plastik atıklar, denizlere akan her türlü kimyasallar da hem deniz memelilerine hem de balıklara korkunç zararlar veriyor. Balinalar her nefes alışlarında tonlarca suyu süzen canlılar. Onların ölümü suyun ve insanlığın da ölümü anlamına geliyor ve kullandığımız kimyasallarla onları da kendimizi de yavaş yavaş öldürüyoruz.
Bu bilinçsizliğin nedeni aslında o canlıları tanımamak. Pervasızca yere attığımız o plastik şişenin veya lavaboya boşalttığımız bulaşık deterjanının kimlere nasıl zarar verdiğini bilsek belki daha dikkatli olurduk.
O nedenle tanışın. İstanbul’da yaşayan herkesin boğazı ve içindeki canlıları bilmesi lazım. Sen Sivas’tan, Kastamonu’dan, Ankara’dan gelmiş olabilirsin ama afalina bin yıldır Bakırköy’de yaşıyor.
Tanımak zorundasın.
Mayıs 2020, İstanbul