Yıl 2006. Ocak ayı. Şu çamların ardında bir yerde bir nöbet kulübesi var. Gecenin bir yarısı, manzara aynı, üzerimde kamuflaj, nöbet tutuyorum.
Yanımda Maraşlı, geveze bir üst devre. Karların üzerinde kıtır kıtır volta atıp sürekli aynı türküyü söylüyor.
“Ağrı dağın eteğindeeeeeğ uçaan güvercin olsaağğm!”
“Lan bi sus! Dağını ayrı kuşunu ayrı…”
“Faruk Onbaşııı. Bak bu karlar eriyecek, bahar gelecek. Sonra yaz gelecek. Sonra bir daha kar yağacak. Sen yine nöbet tutacaksın. Diyeceksin ki ‘bir Maraşlı vardı, hep türkü söylerdi.’ Ben o esnada köyümde, sıcak evimde olacağım.”
“İsmini bile hatırlamam Maraşlı. Git köyünde söyle türkülerini. Bildiğin başka türkü de yok zaten.”
Maraşlı voltayı kesiyor, durup bir sigara yakıyor. Kar sessizliğinde yanan sigaranın çıtırtısını duyuyorum. Duygulanıyor Maraşlı, sessizce içiyor sigarasını. Sonra kalkıp voltasına başlıyor, bir süre sonra yavaş yavaş yükselmeye başlıyor yine türküsü.
Ben… Ben oturuyorum kulübenin önünde. Daha yeni başlamış askerlik. 2005 yeni bitmiş, 2007’de çıkacağım. Ankara’nın karlarına gömeceğim 2006’yı. Bitmez, diyorum. 2006 beni gömer Ankara’nın karlarına.
Bitmiş. 10 gün sonra tam 13 yıl geçmiş olacak o gecenin üzerinden. Maraşlı köyündedir şimdi. Evlenmiştir, beş de çocuk vardır. Yeni türküler öğrenmiş midir yoksa hala aynı türküyü mü söylüyordur…
Öğrenmesin. Sesi berbattı zaten.
Zaman ilginç… Zaman tuhaf… İleri yavaş, geriye hızlı zaman.
Aralık 2018, Ankara