Tarım ve hayvancılık köylüye bırakılmayacak kadar değerliydi. Biz bunu bilemedik. Köylümüzü eğitmedik ve can damarımız olan tarım ürünlerini en eğitimsiz kesimin eline bıraktık.
Köyde büyüyüp büyükşehirlerde ziraat mühendisliği okuyan gençlerimiz köye dönüp tarımla, hayvanla, gübreyle uğraşmak istemediler. Starbucks’ta white chocolate mocha içmeye alışmışken Halil Aga’nın kaavesinde demli çay içmeye dönmek ağır gelirdi psikolojilerine.
Çocukken tarlada öğrendiklerini okulda öğrendikleriyle harmanlayarak tarım şirketleri kurup profesyonel işlere imza atmak yerine kurumsal firmalarda beyaz yakalı olmak daha çekiciydi. Plazalar havalıydı.
Köylülerimiz daha geniş arazilerde, daha doğru yatırımlarla profesyonel çiftçilik yapmayı öğrenemediler. Devletin kontrolsüzce dağıttığı maddi teşviklere değil, ulusal planlara ihtiyacı vardı çiftçinin. Akıl vermeden para verince para da ziyan oldu.
Tarım bakanlığı planlama yapıp sen domates, sen patates yetiştir, ihtiyaca göre gidelim demedi. Herkes kafasına göre takıldı. Toprak bütünlüğü diye kanun çıkardık, uygulamadık. Minicik tarlalarda tarım yapmaya çalıştık. Haliyle olmadı. Sınıfta kaldık. Profesyonel tarımı uluslararası tarım şirketlerinin insafına bıraktık.
Teknoloji peşinde koşarken karnımızı doyuran toprağı unuttuk. Teknolojiyi de beceremedik. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.
Sessiz sakin bir köye yerleşmeyi düşleyen mutsuz şehirliler ve köy hayatının çamurundan gübresinden kurtulup büyükşehire taşınmak isteyen mutsuz köylülerden oluşan kitlelerin git gelleri arasında plansızca çalıştırılan çiftliklerden kimseye hayır gelmez.
Eylül 2019, Bursa