İş Dünyası Sanat

Bazen meslekler de ölür

“Büyük marketler bizi bitirdi abi,” diyordu dükkânı kapatırken. 24 yıldır bakkallık yaptığı mahallenin hemen yakınına açılan hipermarkete sitem ediyordu.

“Müşteri sadece ekmek, sigara, gazete almak için buraya uğrar oldu, bir de akşamları kapının önünde bira muhabbeti yapmak için. Kapı komşum bile her şeyi marketlerden alıyor, elinde market poşetleriyle geçiyor buradan. O da haklı, ucuza alıyor marketten. Ben ucuz satamam ki, market şu domatesi tarladan alıyor, ben halden bile alamıyorum.”

“Ne yapacaksın peki?” diye sordum. Mesleği tedavülden kalkıyordu Bakkal İhsan’ın.

“Yıllarca bakkallık yaptım, başka iş gelmez elimden, memlekete giderim herhalde. Bu yaştan sonra emir altında çalışmak kolay olmaz bana, çoluk çocuk büyüdü hem, ekmek tutuyor elleri.”

Son konuşmamızdı bizim. Birkaç ay sonra Türkiye’ye yeniden uğradığımda CD dükkânı gördüm yerinde.

Bakkal İhsan’ın mesleği uzun ömürlüydü, açtığı dükkânda yıllarca para kazanmış, üç de çocuk büyütmüştü. Onun sattığı ekmeklerle büyüyen Emre’nin açtığı bilgisayar dükkânı o kadar uzun ömürlü olmadı.

Emre, liseyi bitirince heveslenmişti bilgisayar işine. 90’ların sonunda patlayan bilgisayar ve teknik servis işi, bilgisayardan anlayan her gencin heves ettiği bir meslek dalı oluvermişti.

İhsan Bakkal’ın dört dükkân üstüne bir “bilgisayarcı” açtı Emre. Mahallelinin, esnafın, hatta birkaç büyük şirketin de bilgisayar teknik servis işlerine koşar, network kurar, sadece Windows ile ilgilenmez, az çok Linux’tan da anlardı. Yeni çıkan oyunlar, yeni müzik albümlerinin mp3 versiyonları hep Emre’den sorulurdu.

Bilgisayardan da iyi anlardı kerata, beceremediği şey yoktu. Birçok bilgisayar dergisine abone olmuş, kitaplar almıştı kendine. İşinin olmadığı vakitlerde yaşıtları gibi boş boş gezmek yerine kendini geliştirmiş, çevredeki esnafın, şirketlerin en sevdiği “bilgisayarcı” haline gelmişti.

Yeterince para kazandıktan sonra yan dükkânı da kiralayıp güzel bir vitrin yaptı, bilgisayar satmaya başladı. “Toplama bilgisayar” satar, marka bilgisayarların zararından, upgrade sorunlarından bahsederek esnafı bilgilendirirdi.

Birkaç yıl sonra mahallenin dışındaki büyük iş merkezinin altına Vatan Bilgisayar bir şube açtı. Emre başlarda pek ilgilenmedi Vatan Bilgisayar’la ama bir süre sonra müşterileri kesilmeye başladı. Onu en seven esnaf arkadaşları bile “dostum haklısın ama Vatan’da senin sattığının yarı fiyatına satılıyor bu bilgisayar. Sana söz, bozulursa teknik servisine sen geleceksin,” demeye başladılar. Tüm marka bilgisayar firmaları garantili teknik servis vermeye başlayınca onun için de aramaz oldular Emre’yi.

Üstelik zaman içinde internet yaygınlaşmış, her evde kullanılır olmuştu. Artık kimse mp3 almak için, oyun yüklemesi için bilgisayar getirmiyordu Emre’ye. Para kazandığı güzel günler geride kalmış, ağzının tadını kaybetmiş, tek başına oturduğu küçük dükkânında bilgisayarda oyun oynar hale gelmişti Bilgisayarcı Emre.

Önce bilgisayar satmak için tuttuğu yan dükkânı bıraktı, ardından kendi dükkânını kapatarak bir firmada işe başladı.

Gülerek “internet bitirdi bizi be,” diyip anlatıyordu; “Ellerimle besledim bu puşt interneti, modem sattım herkese, sayemde bilgisayarı interneti tanıyınca beni unuttular,” diyordu. Bir yandan da büyük bilgisayar mağazalarına veryansın ediyordu, “küçük esnaftım abi ben, devlet korumalıydı bence!”

Devlet korumadı küçük esnafını, Bakkal İhsan’lar, Bilgisayarcı Emre’ler, Terzi Ali’ler dükkânları kapatmak zorunda kaldılar.

Steinbeck, Cennet’in Doğusu’nda terzilik yapan Dessie Hamilton’dan bahsederken “bütün neşesi kaçmıştı Dessie’nin, dükkânına her gün gelen arkadaşları bile ondan alışveriş yapmaz olmuşlardı. Hazır giyinmek ayıp sayılmıyordu artık, üstelik daha ucuz ve pratikti,” diye anlatır. Dessie de dükkânını kapatıp kardeşinin çiftliğine yerleşmek zorunda kalmıştı.

İnsanlar bazen devrin değiştiğine inanmıyorlar. Evrim sadece canlıların zaman içinde bulunduğu ortama ayak uydurmak için değişime uğraması değildir. Toplumlarda, meslek gruplarında sürekli bir yenilenme, güncellenme, değişim vardır. Zaten öyle olmasaydı hâlâ ateşin çevresinde oturup mızraklarımızı biliyor olurduk.

İnsanoğlu değiştikçe, geliştikçe yeni alanlar açıyor kendine. Yeni meslekler çıkarken eskileri yok ediyorlar. Bazı meslekler zirve noktasını yaşadıktan sonra az kazandırmaya başlıyor, bazıları da tarihten siliniyorlar.

Otomobiller nalbantları, fotoğraf çeken cep telefonları şipşak fotoğrafçıları, dijital fotoğraf makineleri film üreticilerini, marketler bakkalları, masaj salonları kaldırım orospularını, büyük mağazalar küçük esnafı bitirdi. Bu devinim devam edecek ve bugün gayet popüler olan ve iyi kazandıran birçok meslek 20 yıl sonra olmayacak. Bazen işsiz kalır insanlar, bazen ziyan olur tecrübeler, bazen boşa gider bazı ömürler. Ağlamak yok.

Anadolu’ya gittiğimizde veya Anadolu’yla ilgili televizyon programlarında denk geldiğimizde “vay be, neler varmış eskiden,” diyerek romantik gözlerle izlediğimiz süpürgeciler, nalbantlar, çömlekçiler, bakırcılar, kalaycılar artık yok. Mahallemizde dolaşıp elma şekeri, süt, yoğurt satanlar, bohçacı kadınlar işlerini bırakmak zorunda kaldılar.

Çünkü insanoğlu alternatifler buldu. Bu alternatifler hem daha kolay ulaşılabilir, hem de daha ucuz olunca eski mesleklere ihtiyaç kalmadı.

Kimisi uzun ömürlü, kimisi kısa bir moda şeklinde devam eden ve zaman içinde yok olan mesleklere, müzik yapımcılığı da eklenecek yakında. Karşı çıkanlar sadece aşağılanarak, dalga geçilerek hatırlanacaklar gelecekte.

Milli Eğitim size matbaaya karşı çıkanların “gâvur icadı!” diyerek karşı çıktığını öğretir. Avrupa’da matbaanın yayılmasına karşı çıkan papazlar da mı gâvur icadı dediler matbaaya? Asıl mesele yüzlerce yıllık kâtiplik mesleğinin yok olması, el yazmacıların işsiz kalmasıydı. Babadan kalma mesleğin yok olmasına gönülleri razı gelmedi, önce romantikleştiler, sonra isyan ettiler.

El yazmacıları yazarlardan daha çok kazanırlardı. Yazar kitaptan bir kez kazanır, yazmacılar yıllarca kazanırdı. Müzik dünyası farklı mı sizce?

Günümüzde dijital müziğe karşı yaygara yapan müzik yapımcıları da onların yolunu takip ediyorlar.

Demiryollarına karşı çıkanlar, matbaaya karşı çıkanlar gibi gerici kafalar nasıl aşağılanıyorsa bugün, dijital film ve müziğe karşı çıkanlar da aynı şekilde hatırlanacaklar.

Ancak müzik bitmeyecek. Kaliteli olan bir şey, ne kadar eski olursa olsun değerlidir. Kayıt cihazlarının bile olmadığı bir dönemde müzik yapan Pachelbel, Händel gibi sanatçıların eserlerini bugün nasıl dinleyebiliyorsak, günümüzde kaliteli müzik yapan sanatçıları da müzik yapımcıları olsa da olmasa da dinleyeceğiz gelecekte.

İnternet müziğe değil, yapımcıların verip medyanın kutsadığı sanatçı kimliğiyle ortalıkta dolaşan, gerçekte hiçbir değeri olmayanlara zarar verecek. Zaman kaliteli olanı koruyacak.

Diğerleri ağlamaya devam edecekler. Bakkal İhsan, Terzi Dessie veya Bilgisayarcı Emre gibi “devlet bizi korumalıydı,” diyecekler köylerine geri dönerken.

Müzik binlerce yıldır insanoğlunun hayatında. 100 yıl önce birileri müziğin kaydedilebileceğini keşfetti ve yepyeni bir meslek dalı doğdu. Önce taş plaklar çıktı, sonra kasetler, CD’ler derken müziği kaydedip satarak para kazanmak büyük bir endüstri haline geldi.

Satılan albümlerden en büyük parayı da sanatçılar yerine yapımcılar, dağıtıcılar, avukatlar, telif hakkı uzmanları, menajerler kazandılar. Müziğin gerçek sahibi olan besteciler ve o müziği insanların dinlemesini sağlayan şarkıcılar, aranjörler, ne kazandıysa onunla yetinmeye çalıştılar.

Bu dönem, sanat ve ticareti birbirine karıştırarak, müzikle ilgilenen herkesin sanatçı olarak anılmasına neden oldu. Sanat yıllarca aşağılandı, zanaat ile karıştırıldı, bir albümle piyasaya çıkıp tek şarkıyla ünlü olan şarkıcıların yanında, gerçek sanatçıların esamisi okunmadı.

Gençliğinde tablolarını yakarak ısınan Picasso, bir beste için aylarını veren Händel, kitaplarını akıl hastanesinde yazacak kadar düşen Marquis de Sade gibi adamlar “hmm, büyük sanatçı” olarak anılıp bir kalemde geçilirken, 100 yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı Ajda Pekkan, Hande Yener, Lady GaGa, Britney Spears gibi şarkıcılar Malibu’da, Brentwood’da, Nişantaşı’nda en rahat hayatları sürdüler.

Händel’in menajeri, yapımcısı, pazarlamacısı, reklâmcısı yoktu. Sanat için müzik yaptı, hepimiz kullandık bu müziği. Hatta utanmadık, Mozart’ın bestelerinden kapı zili, Pachelbel’in eserlerinden kamyon kornası yaptık. Gerçek müziği yapan o büyük besteciler ağlayıp zırlamadılar, hakaret etmediler hiçbirimize.

Fakat Hande Yener gibilerinin birkaç şarkısı YouTube’da yayınlandı diye, Hande Yener’den önce MÜ-YAP ortama atlayarak sitenin kapanmasına yönelik dava açtı. Müziğin orada yayınlanması Hande’den çok ona zarar veriyordu çünkü. Ömrünün sonuna gelmiş bir meslek grubunun son temsilcilerinden biri olması, Bakkal İhsan’la aynı kaderi paylaşmaktan korkmasına sebep oluyordu.

Gazetelere çarşaf çarşaf haberler girmeye başladılar. “Korsan müzik yüzünden batıyoruz, sanatçılar albüm yapamaz hale geldi, bu gidişle müzik olmayacak!” dediler. Sanatçı diye savundukları, önce milyonlarca lira kazanıp ömrünün sonunda sefillik çeken, her fırsatta “devlet bize yardım etsin,” diye mızmızlanan ihtiyarların torunlarıydı.

Hande Yener albüm satışlarından gelecek parayla İstinye’de yeni bir ev alamayacağını anladı. Lady GaGa Santa Monica’nın kuzeyine çıkamayacağını, İbrahim Erkal yeni bir araba alamayacağını anladı.

Yapımcılar daha fazla kazanamayacaklarını, çok paraları olmadığı için televizyonlara çıkıp bilirkişi edalarıyla caka satamayacaklarını anladılar.

Ondan bu kavga. “İnternette müzik olmasın, aç kalırız” demekte haklılar. Yapım firmaları, dağıtıcılar aç kalacak, sanatçı adıyla ortalıkta dolaşan gereksizler temizlenecek, gerçek müzik ve gerçek sanatçı ise hiçbir zaman kaybolmayacak.

Çok sayıda arkadaşım var müzik ve sanat dünyasında çalışan, üzgünüm onlar için. Müzik, olması gerektiği gibi, sanat başlığında yer alacaksa, bir ressamın, bir heykeltıraşın standartlarında yaşayacak şarkıcılar da.

Müziğin kaydedilebildiğinin keşfi, müzisyenleri diğer sanatçılardan ayırarak zenginlik getirdi bir süreliğine. Ama artık o dönem bitti. Kim bilir, belki bir gün ressamlara da çok para kazandıracak bir meslek çıkabilir, bir süredir herkesin şarkıcılığa heveslenmiş olması gibi, o zaman da herkes ressamlığa heveslenir.

Kimse masal anlatmasın. Sanat naiftir. Bu kadar kaba bir toplumda bu kadar fazla sanatçı olmaz. Elimizi sallasak sanatçıya değen bir toplumda yaşıyoruz, bakalım gerçekten o kadar sanatçı ruhlu muyuz?

Günümüzde şarkıcıların bu kadar fazla olmasının sebebi insanoğlunun çok gelişip sanatın değerini yükseltmesi mi, yoksa müzik endüstrisinde iyi para olması mı?

Bir sanat dalı ne kadar çok para kazandırırsa o kadar popülerleşir, zanaata döner, bir o kadar da özelliğini yitirir. Çok para kazandırıyor diye ortalığı şarkı çöplüğüne çeviren şarkıcılar, üzerinden büyük kâr elde edebildiği için en dandik şarkıları bile çok büyük marifetmiş gibi pazarlayan yapımcılar, menajerler Bakkal İhsan’ın memleketine gidebilirler.

Şimdilik Facebook’da FarmVille oynayarak başlayın antrenman yapmaya, birkaç yıla kadar gidersiniz.

Bunu istemiyor musunuz?

O zaman kendinize yeni bir iş bulun.

Onu da mı istemiyorsunuz?

O zaman sevgili müzik insanları, şapkanızı önünüze koyup düşünün. Hızla gelişen dijital dünyaya düşman olmak yerine ayak uydurmaya bakın. Müzik demek albüm satmak değildir, onu sizden bir önceki jenerasyon buldu ve uzun yıllar kaymağını yediniz. Artık, mesleğinizin bittiğini kabul edin, yeni bir yöntem bulun.

Dijital dünyayla iyi geçinmeye bakın. Site yasaklatmak hiçbir işinize yaramaz, bunu öğrenin. Taksim’in ortasında cep telefonumu açsam, binlerce insanın telefonuna onlarca şarkıyı transfer ederim, cep telefonlarını da mı yasaklayacaksınız?

Bu teknolojiye düşman olmak yerine bu teknolojiden para kazanmayı öğrenemezseniz, birkaç yıl içinde Bakkal İhsan’la birlikte süt sağmaya başlayacaksınız, haberiniz olsun.

Haydi kalın sağlıcakla.

Not: Sevgili müzik dünyası, size bir tüyo vereyim. Orijinal albüm alırım ben. Ama herkesin albümünü değil. Tanımadığım sanatçıları keşfetme konusunda en büyük desteği de internetten alırım. İsmini ilk kez duyduğum bir şarkıcının albümüne müzik markette para verip almam, bunu kimse yapmaz.

Herhangi bir şarkısına internette denk geldiğim grubun/şarkıcının birkaç mp3′ünü indirip dinlerim, eğer beğenir ve dinlemeye karar verirsem bazen CD alırım, bazen iTunes’dan alırım. Çünkü beğendiğim müziği yapan kişinin para kazanmasını isterim. Şarkılarını beğenmediğim kişilerin albümlerini ne bedava, ne de para vererek dinlerim. (Yani beni Hande Yener mp3′ü indirdim diye suçlamayın, potansiyel müşteriniz değilim. O kadının albümünü internet olmasa da almayacaktım ki…)

İnternet, müziğin yayılması için en büyük etkendir. Eğer internet olmasaydı, kimse bu kadar fazla şarkıcıyı, müzik türünü tanıyamazdı. En büyük reklâmdır internet, korkmayın. Ama asıl korkunuz alternatif sanatçıları keşfeden internet kullanıcılarının sizin kakaladıklarınıza yüz vermemesiyse, o zaman yine Bakkal İhsan’a gitmek zorunda kalırsınız.

İnternette müziğin yasaklanması demek, benim ve benim gibi milyonlarca insanın farklı müziklere ulaşmasını ve beğenip satın almasını engeller. O zaman hiçbir şey satamazsınız. Korsanla gerçekten mücadele etmek istiyorsanız potansiyel müşterilerinizle dalaşarak değil, sokaktaki korsan müzik dükkânlarına dur diyerek başlayın. Engellediğiniz siteye her şekilde, her zaman girerim. Ama bir korsan müzik dükkânını kapattırdığınızda siz görmeden kimse girmez o dükkâna. Anlayın ulan artık, salak mısınız?

(Delikanlı gibi çıkıp “interneti savunan yok, o yüzden yasaklatıyoruz ama sokaktaki korsan müzik mafyasıyla dalaşmayı götümüz yemiyor,” derseniz dalga geçmeyeceğim, söz.)

Düt: Çok fazla Hande Yener demişim. Hande kızımız burada sadece bir örnektir, siz o ismi keyfinize göre değiştirip Kendi, Lady GaGa, Ajda Pekkan, İbrahim Erkal, Demet Akalın, hatta Metallica (oha!) falan koyabilirsiniz. Zevkler tartışılmaz.

Eylül 2009, Santa Monica

Bir de şu konular var

Siz ne dersiniz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.