Burası Annecy, Fransa. Eski bir hapishane binasında dolaşıyorum. Harcı kim karmış, taşı kim kesmiş, tesisatı kim döşemiş bilmem. Bildiğim, binanın Fransa’da, Annecy tapusuna kayıtlı olduğu. Yani amelesi kim olursa olsun, sahibi Fransa.
Bir Türk markasının Romanya’da üretim yapması onu Romanyalı yapmayacağı gibi, bir Fransız markasının Türkiye’de üretim yapması da onu Türk yapmaz.
Şirketler üretim tesislerinin lokasyonunu işçi giderleri, çalışma kolaylığı, pazara yakınlık gibi birçok parametreye bakarak seçerler. Bu dengeler değişirse alır götürür başka yere, hani bizim markaydı ya diye ardından bakakalırsın.
Renault Bursa’da 500 sene otomobil üretse, yüz bin kişiye maaş verse de bir Fransız şirketidir.
Arjantin, Belçika, Brezilya, Çin, Fas, Hindistan, İran, İspanya, Kolombiya, Meksika, Portekiz, Slovenya, Şili… Hepsinde Renault fabrikaları var. Raporlar nereye gidiyor? Kararları kim veriyor? Boulogne-Billancourt, Fransa. Bitti.
Çocukluğunuzdan kalma Toros hatıralarınız var diye Türk firması sanmayın. Volkswagen Manisa’da fabrika açmayı başarsaydı ona da mı Türk diyecektiniz? Şişecam Bulgaristan’da fabrika açtı diye Bulgar markası mı oldu?
Louis Vuitton ne kadar Türk’se Renault da o kadar Türk’tür.
İstihdam başka şey, sermaye başka. Renault yarın Japonlara satılsa Türkiye’de bir değişiklik olmayacak. Patron değişecek sadece.
Nasıl bugün The North Face bot aldığınızda içinde made in Vietnam etiketi görünce “vay be Vietnamlılar ne bot yapmış, helal olsun,” demiyorsanız, Rusya’da Lacoste alan biri de made in Turkey ibaresini görünce “helal olsun Türklere,” demiyor.
Lacoste’a güvendiği için alıyor, Ayşe Teyze diktiği için değil. Tasarımı yapan da, marka algısını oluşturan da, imaj için bütçeyi ayarlayan da Fransa. Bizim yaptığımız dikiş dikmek.
Önce bunu anlayalım, boykot moykot işlerini daha sonra düşünürüz.
Ekim 2020, İstanbul