Yıl 2014. Hafif yağmurlu bir Braşov sabahında, Hüseyin ile birlikte, teleferiğe ne gerek var yahu diyerek nefes nefese tırmandığımız Tampa Dağındayız.
Braşov’dan buraya tırmanmak yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Patikalarda insan bol, ciğerine güvenen kendini yokuşlara ve merdivenlere vurmuş, tepeye tırmanmaya çalışıyor.
Hafif yağmur altında tepeye ulaşınca Braşov’un Orta Çağ’a davet eden masalsı manzarası bizi karşılıyor, bir yandan fotoğraf çekiyor, bir yandan muhabbet ediyoruz.
Birbirimizin fotoğraflarını çekmeye çalışırken ellilerinde bir adam yanaşıyor ve fotoğrafımızı çekmeyi teklif ediyor. Suratsız Romanyalılardan beklenmeyecek bir yaklaşım. Telefonu eline veriyor ve poz vermek yerine aman kaçmasın diye teyakkuzda bekliyorum.
Düşündüğüm gibi olmuyor, abi birkaç kare çekip telefonu geri veriyor. Sonra muhabbet başlıyor.
Çavuşesku’dan Vlad Tepeş’e kadar Transilvanya tarihi ve kültürü üzerine epey muhabbet ediyoruz ve en sonunda ağzındaki baklayı çıkarıyor dayı.
İsmini unuttum şimdi, Romanya’da popüler bir azizin ismini taşıdığını, bizim çok iyi insanlar olduğumuzu, böyle kaliteli adamların Hıristiyan olmasının ahirette de mutluluk sebebi olacağını falan anlatıyor. Sırt çantasından bir anda çıkardığı İncil ve bir kısım portrelerle, evraklarla tezini desteklemeye çalışıyor.
İlk şoku atlattıktan sonra teklifi için teşekkür ediyor ve kendisinden uzaklaşıyoruz. Bizim de arabamızda kitaplar var, böyle durumlarda hemen karşı atağa geçeriz aslında ama bu kez araba çok uzakta.
Sonradan Romanya’nın birçok şehrinde karşılaştım bu tip adamlarla. Öyle veya böyle davasına inanmış, elinden geleni yapıyor hepsi.
Geçmişimiz akıncılarla, dervişlerle, Gül Baba, Hızır Bey gibi örnek insanlarla dolu ama günümüze baktığımızda yaptığımız hiçbir şey yok.
Hayırlı Cumalar.
Ekim 2020, İstanbul