İş Dünyası Otomotiv

Enzo ve Henry’nin maceraları

Şirketler, yöneticilerinin kültürüne göre şekillenirler. Bir şirket patron şirketi de olsa, kurumsal bir firma da olsa, başındaki yöneticilerinin kültürü şirketin kendi kültürünü de büyük ölçüde etkiler.

Elbette bu etki patron şirketlerinde daha yüksek seviyedeyken kurumsal şirketlerde azalacaktır. Ve ben her zaman %100 kurumsallaşıp her şeyi binbir formaliteyle yürüten, kurumsal kimlik diye sahte gülümsemeler arkasına saklanan şirketler yerine daha samimi bulduğum şirketleri tercih ederim.

Kurumsallık sevdasının dünyayı sarmaya başlamasından önce tüm sektörlerde olduğu gibi otomotiv dünyasının da atmosferi daha sıcaktı. Otomotiv o atmosferi kaybederken Formula 1 bir süre yaşatmaya devam etti ve artık Formula 1’de de o samimi atmosfer yok.

Flavio Briatore denen adamı günahım kadar sevmem ama çevirdiği Ali Cengiz oyunlarıyla, ona buna atar yapmasıyla Formula 1’e renk ve eğlence kattığını kabul ederim. Böyle adamlar her sektörün ihtiyaç duyduğu türden adamlar.

Birkaç gün önce Facebook’da paylaştığım bir Ford GT40 fotoğrafına Engin Apaydın’ın “Enzo görmesin” diye yorum yapmasıyla aklıma geldi tüm bunlar. Eskiden firma rekabetlerinin başını patronlar çekerdi. İşin tadı oradaydı.

Hatta bu kişisel rekabetler, Ford GT40 gibi efsanelerin doğmasını bile sağlamışlardı.

Efendim yıl 1962. Dünyanın ilk seri otomobilini üreten Henry Ford’un torunu Henry Ford II, nam-ı diğer Cenabet Hank’in Ford’un patronluğunu sürdürdüğü dönemler. Torun Ford, Dede Ford kadar şanslı değil tabi, tertemiz pazarda ilk olmanın avantajlarıyla yaldır yaldır satış yapılan dönemler geçmiş, bir yandan Amerikan, bir yandan Avrupa markalarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır Ford.

Avrupalı rakipler Ford’u pazarda zorlarken, pistlerde de ağzına vurmaktadırlar. Ford da yarış kazanmak, rekabete dahil olmak ister ama yeterli bir yarış takımı kurmayı bir türlü başaramaz.

Le Mans, o günlerde, şimdi olduğundan daha önemli bir motorsporu dalıdır. Avrupalı ve Amerikalı üreticiler Le Mans’da ölümüne yarışırlar; en dayanıklı otomobil yarışı kazanır ve bu da satışlara direkt etki eder. Ancak Ferrari bir dönem Le Mans’ı öyle domine eder ki, 1960 – 1965 arasında 6 kez üst üste yarış kazanarak kimseye kupa bırakmaz.

Ancak Ferrari’nin bu başarıları pazar payını orta sınıf otomobiller de üreten markalar kadar artıramaz. Sonuçta Ferrari pahalı spor otomobiller üretirken rakipleri yol otomobilleri de üretmektedir ve Le Mans’da başarıya Ferrari’den daha fazla ihtiyaç duyarlar.

Bu nedenle Ferrari’nin Le Mans başarıları otomotiv sektörünün geneline yarar. Jaguar ve Ford gibi markalar Ferrari’yi alt edebilmek için çeşit çeşit modelle saldırır ve sektörü zenginleştirirler.

Enzo Ferrari, bir yandan Formula 1’de bir yandan Le Mans’da herkesi kıskandıran başarılar elde etse de, gerek Ar-Ge’ye yaptığı yatırımlar, gerekse pazar cirosunun düşüklüğü nedeniyle büyük bir ekonomik sıkıntı çekmektedir.

Ekonomik sıkıntıya kafayı takmamaya çalışan Enzo Ferrari, bir yandan da 24 yaşındaki otomotiv mühendisi oğlu Alfredo “Dino” Ferrari’yi şirket yönetimi için hazırlamaktadır. Dino yetenekli çocuktur, babasına göre geleceği parlaktır.

Kriz Ferrari’nin yakasına iyice yapışıp nefes alamaz duruma getirdiğinde, Enzo Ferrari şirketi ayakta tutabilmek için otomotiv dünyasının bugününü bile etkileyen bir olaya imza atar: Mafyadan borç alır.

Kötü son kısa sürede gerçekleşir ve Enzo Ferrari, mafyaya olan borcunu ödeyemez. Sicilya mafyası ise karşısındaki kişinin sosyal statüsü ne olursa olsun, işini tam yapmasıyla ünlüdür ve borcunu ödemeyen adamın cezalandırması gerekir.

Ceza, Enzo Ferrari’nin canı gibi sevdiği oğlu Dino’nun infaz edilmesi suretiyle gerçekleştirilir. 24 yaşındaki Dino zehirlenerek öldürülür ve olay doktor raporlarına “kas gelişimsizliği” olarak geçer. Bir yandan efendiliğinden, bir yandan da sosyal statüsünden dolayı mafyayla dalaşmak istemeyen Enzo Ferrari acısını içine atar ve olayı kapatır.

Enzo Ferrari’nin mafyadan intikam almaya gücü yetmez ama kaybettiği oğlunun ismini yaşatmak için bir otomobil projesi tasarlar: Ferrari Dino. Bu otomobilin en önemli özelliği ise Ferrari logosu bulundurmaması, Dino markasıyla üretilmesidir.

Ancak oğlunun canına mal olan parayı yeni otomobil projesine yatırması, Ferrari’nin içine düştüğü ekonomik batağa iyice saplanmasına neden olur. V12 motorlu Dino piyasaya çıksa da bu kez Ferrari markası tehlikeye girer.

Olayları Michigan’dan izleyen Henry Ford ise “fırsat bu fırsat” diyerek Ferrari’ye ortaklık teklif eder. 18 milyon dolar karşılığında Ferrari hisselerinin %50’sini ve yarış takımının yöneticiliğini ister.

Enzo Ferrari ortaklık teklifine başlarda sıcak bakar ve pazarlıklar başlar. Fakat Enzo bir süre sonra işi çakallığa çevirir, medya akşam sabah Ferrari’nin değerinden bahsetmeye başlar. Amaç Ford ile pazarlıklarını sürekli gündemde tutarak markanın değerini yükseltmektir. Üç ay süren pazarlıkların sonunda İtalya hükümeti Ferrari’ye destek için göz kırpınca Enzo Ferrari Henry Ford’a hisse satabileceğini ama yarış takımının yönetimini vermeyeceğini söyler.

“Teyyo Pehlivan’ın evi yoksa n’apayım ben Anadolu’yu” diyen Churchill gibi, Henry Ford da “yarış takımını yönetmeyince n’apayım ben Ferrari ortaklığını” diyerek rest çeker. Sonuçta onun amacı otomobil üretmekten ziyade, popüler bir pist yarışında kupa kaldırmaktır. Takımın yönetimini alamayınca sinirlenir. “Ulan açlıktan ölüyorsunuz, şirketiniz batacak, hâlâ yarış peşindesiniz,” diye söylene söylene döner Michigan’a.

Henry Ford, Enzo Ferrari’ye o kadar bilenmiştir ki, memlekete döner dönmez ilk işi yarış otomobili projesine başlamak olur. Dino markasıyla çıkacak olan otomobilin projelerini görmüştür zaten, oturur aynı karakterde bir otomobil tasarlamaya başlar.

“Yürü git lan redneck” diye Ford’u kovalayan Ferrari ise paçasını kurtarmanın peşindedir. Sonunda Fiat’tan gelen teklifi kabul eder ve şirketinin %50 hissesini Fiat’a satar. Yarış takımı kendisinde kalır tabi, uğruna bu kadar savaştığı takımı başkasına verecek değildi ya.

Fabrikasında Dino’yu düşünüp plan proje peşinde koşan Henry Ford ise, bu işin altından kendi ekibiyle kalkamayacağını anlar, projeye ortak aramaya başlar.

Cooper, Lola ve Lotus ile yapılan görüşmelerin sonunda, Lola ile anlaşma yapılır ve Lola’nın baş tasarımcısı Eric Broadley proje bazlı olarak Ford’a katılır. Projenin Lola GT olarak da bilinen Lola Mk VI üzerinden yürütülmesine karar verilir. Bu esnada Aston Martin’in eski takım menajeri John Wyer da ekibe katılır.

Çalışmalar Lola fabrikasında yürütüleceği için Ford mühendisi Roy Lunn da İngiltere’ye gönderilir ve Ford, İngiltere’de Ford Advanced Vehicles adıyla proje bazlı bir şirket açar. Bir senelik çabanın sonunda ilk otomobil Ford GT40 ortaya çıkar.

Ford GT40, 1.000 km Nürburgring yarışıyla ilk pist denemesini yapar fakat uzun süre ikinci gittiği yarışta teknik arıza nedeniyle yarış dışı kalır.

İkinci deneme, üç otomobille girilen 1964 Le Mans yarışında yapılır, üç otomobil de yarışı tamamlayamaz. Ferrari’nin yine birinci olduğu yarışın ardından 1964 Nassau yarışında da bir başarı kazanamayınca John Wyer ile kavga gürültü yollar ayrılır, Carroll Shelby ile çalışma kararı alınır.

Carroll Shelby ile anlaşma o kadar apar topar yapılır ki, otomobiller Shelby’e gönderildiğinde toz toprak içindedirler. Carroll Shelby “bu ne pislik kardeşim, insan şu arabaları yıkar da gönderir!” diye çıkışınca, Ford “yarıştan çıkar çıkmaz paketledik gönderdik, temizlemeye vakit bulamadık,” yanıtını verir.

Shelby’nin garajında elden geçirilen Ford GT40, hemen Daytona 2000 yarışlarına gönderilir ve ilk yarışını kazanır. Sezonun devamında yarış falan kazanamaz ama hem Ford’un hem de Shelby’nin amacı Le Mans’ı kazanmaktır, Daytona falan hikaye.

Shelby tam iki yıl boyunca otomobili geliştirir, çeşitli Amerikan yarışlarına katılır ve Ford, 1966 sezonunda üç GT 40 ile Le Mans’a katılır.

Ford GT40’lar, Ferrari’nin şaşkın bakışları altında yarış boyunca ilk üç sırayı kapatırlar. Fakat görmemişin çocuğu olmuş misali, finişte bomba bir fiyaskoya imza atarlar.

Bruce McLaren & Chris Amon, Ken Miles & Denis Hulme ve Ron Bucknum & Dick Hutcherson ikilileriyle yarışan Ford’da Ken Miles yarışı ilk turdan itibaren lider götürmüştür. Eğer bu yarışı kazanırsa, en önemli üç endurance yarışı olan Le Mans, Sebring ve Daytona’yı kazanan ilk pilot olacaktır.

Arkasında Bruce McLaren, onun arkasında da Ron Bucknum olmak üzere finişe ilerlerken, Ford biraz şımarıklıktan zarar gelmez diyerek üç otomobilin de finişe yan yana girmesini ister. Ken Miles yavaşlar, Bruce McLaren ve Ron Bucknum da gelir ve üç otomobil yan yana finiş çizgisini geçerler.

Fakat Le Mans’da arkadan başlayan aynı sürede daha fazla yol kat ettiği için, iki otomobilin çizgiyi aynı anda geçmesi durumunda arkada başlayan birinci sayılır. Ford’un bu kuralı unutması, sıralamada Bruce McLaren’ın birinci olmasına ve tarihte bir ilki başaracak olan Ken Miles’ın ikinci olmasına neden olur.

Ford, böylece hem Le Mans’ı kazanan ilk Amerikan markası olarak, hem de üç endurance yarışını kazanan ilk pilotu çıkararak tarihe geçecekken, şımarıklık peşinde koşunca şansını kaybetmiştir.

Ford, bu olay nedeniyle Ken Miles’dan özür diler, sonraki yarışlarda takımdan daha büyük destek alacağını söyler ancak iki ay sonra Ken Miles, Ford J-car adlı konsepti test ederken yaptığı kazada hayatını kaybeder.

Elbette bu yönetim şımarıklığı Carroll Shelby’nin muhteşem mühendisliğini gölgeleyemez. 1966 yılında çıktığı ilk Le Mans yarışını kazanan Ford GT40, 1967, 1968 ve 1969’da da Le Mans’ı üst üste kazanarak büyük bir başarıya imza atar.

Ford GT40 otomotiv dünyasında önemli bir simgedir. Enzo Ferrari’nin mafyadan borç alması, Dino Ferrari’nin ölmesi, Henry Ford’a atar yapan Ferrari’nin Ford yerine Fiat’a satılması ve Enzo’ya sinirlenen Henry’nin “vurucam oğlum ağzına” diyerek gaza gelip ortaya Ford GT40 efsanesini çıkarması, yarış kazanamayan otomobilin paketlenerek “abi gözünü seveyim şunu adam et,” diye Carroll Shelby’nin adresine postalanması, tarihte ilk kez bir Amerikan otomobilinin Le Mans kazanması…

Rekabetin resmi ağızlardan, politikacı resmiyetiyle temsil edilmesi yerine takım patronlarının birbirine laf sokarak, yeni teknolojiler için fabrikada sabahlayarak, pilotların tekme yumruk birbirine girerek gerçek anlamda yarıştığı bir dönemi temsil eder Ford GT40.

1964 – 1969 arasında 107 adet üretilen Ford GT40, bugüne kalan en değerli koleksiyon otomobillerinden biridir ve gerek başarıları gerek hikayesiyle bu değeri sonuna kadar hak eder.

Ford GT40 Mk I, o dönem Ford Mustang’de kullanılan 4.2 lt V8 motor kullanıyordu ve sadece pist yarışları için tasarlanmıştı.

Ford GT40 Mk II, Ford Galaxie’de kullanılan 7.0 lt motorla yürüyordu.

4.7 lt motorlu Ford GT40 Mk III sadece 7 adet üretildi ve hepsi yol otomobili olarak kullanıldı.

Ford GT40 Mk IV, 1967’de Sebring ve Le Mans’a katıldı, ikisini de kazanıp emekli oldu. J-car’ın şasisinin güçlendirilmesiyle ve NASCAR tipi roll cage eklenmesiyle elde edilen Mk IV, Mario Andretti’nin 1967 Le Mans’da yaptığı kazadan sadece sıyrıklarla kurtulmasını sağladı.

Ford GT macerası 1995 yılında Ford GT90 konseptiyle yeniden canlandı ama GT90 hiçbir zaman üretime geçmedi.

GT90 konsepti 2003 yılında Ford GT adıyla ortaya çıktı ve 2006’ya kadar 4.000 adet üretildi.

Şubat 2012, Antalya

Bir de şu konular var

Siz ne dersiniz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.