“Biz garibanız be abi. Akşama kadar yağ pas içinde çalışırız. Çırak başladım, 39 yaşıma geldim. Hayatım burada geçti. Anlamam öyle internet işlerinden falan. Kredi kartım yok, POS makinesi kullanmayı bilmem. Kullandığım en teknolojik şey WhatsApp,” diyor Maslak sanayide bir usta.
Ne kadar kazandığını soruyorum laf arasında. 10-12.000 lira anca kazandığını, evde bir hanım iki çocuğun onun eline baktığını söylüyor. Zor, diyor, bu devirde geçim zor.
Evini soruyorum, başımızı sokacak bir dairemiz var şükür, diyor. Araba diyorum, kapıdaki Focus’u gösteriyor. Kredin, taksitin, borcun ne durumda diyorum, deli gibi korkarım borçtan, cebimde ne varsa onunla yaşarım, diyor.
Sonra çevremizdeki gökdelenleri işaret ediyor. Onlar gibi olamadık be abi, şıkır şıkır giyinip şu gökdelenlerde klimalı odalarda masa başında çalışıyorlar, para pul düşünmüyorlar. Boğazda yemekler, güneyde tatiller, barlar, kahveciler… Hayat onlara güzel. Bazen geliyorlar havalı havalı, biz de onlara hizmet ediyoruz işte, diyor.
Mavi yakalı işçinin, beyaz yakalı işçi karşısında kendini nasıl hissettiğine yakından şahit oldum o gün.
Söylese miydim acaba, o gökdelenlerde çalışan havalı sandığı kişilerin onun yarısı kadar para kazandığını… O havayı koruyabilmek için boğazına kadar borca batıp bir dandik daire, basit bir otomobil için yıllarını ipotek ettiklerini… Barlarda, kahvecilerde kredi kartıyla hesap ödeyip güneydeki tatilleri 12 takside böldüklerini.
Söylemedim. Bir tarım toplumunda yaşasaydık kendi hesabına çalışan sanayi ustasının karşılığı küçük bir toprak ağası, o gökdelenlerin yakışıklı delikanlılarıyla seksi kadınlarının karşılığıysa büyük çiftliklerin köleleri olurdu.
Lakin günümüzde zincirler uzun, kölelerin de burnunda halka yerine cebinde Multinetleri var. Ve kıymeti kendinden menkul mal varlıkları sayesinde beyaz yakalı, uzun mesaili köleler, mavi yakalı, özgür mesaili zanaatkarlardan üstünmüş gibi görünüyorlar.
Enteresan bir durum.
Temmuz 2020, İstanbul