İş Dünyası Siyaset Toplum

Babalar gibi satalım

Sayın bakanım,

Biliyorum ve takdir ediyorum; satmayı çok seviyorsunuz. Uzman bir pazarlamacı, usta bir özelleştirmeci, cömert bir paylaşımcısınız. Size bir anımı anlatmak istiyorum!

Birkaç gün önce yanımda bir arkadaşımla 2 ayda bozulan Samsung marka DVD sürücümü değiştirmek üzere Kadıköy’deki Yazıcıoğlu’na gittik. (Bu arada monitörde mükemmel olan Samsung, DVD konusunda çok başarısız. Bence Samsun’u bunlara satalım, fabrika kursunlar ama adam gibi DVD sürücü üretsinler.)

Neyse, konuya dönelim. Kartvizit ve el ilanı dağıtan gençleri bilirsiniz. Hani şu İngilizce kursu ilanları dağıtan ve fuck off dediğinizde yolunuzdan çekilenler gibi. Buna benzer bir genç önümüzü kesti ve birer kartvizit tutuşturdu elimize. Melissa mıdır, Maria mıdır, ismini hatırlamadığım bir masaj salonunun kartviziti.

“Nedir bu?” dedim. “Masaj salonu abi, bekleriz” dedi. “Hizmet nasıl?” dedim. Göz kırparak “%100 hizmet var abi” dedi. “Ulan ben sivil polis olsam n’apardın?” dedim. “İndirim yapardım hahaha” dedi. Sonra detayları konuştuk. Detayları burada anlatmak olmaz şimdi ama kızlardan birini özellikle tavsiye etti, sanırım kartvizitleri dağıtması için ödeme olarak o kızı vermişler.

Saptık yine. Hocam şimdi bakıyorum da, bu işi yapmak yasaksa bunlar nasıl bu kadar pervasız davranabiliyor? Sadece Kadıköy – Acıbadem arasında, Yeldeğirmeni civarında bu işi yapan yığınla ev, masaj salonu vs. mevcut. Bunların ne iş yaptığını herkes biliyor mu? Biliyor. Şehrin her duvarında “Bel fıtığı: 05xx xxx xx xx” numaraları var mı? Var. Bu fıtık doktoru arkadaşlar Rus ve Ukrayna asıllı hemşiraanımlarla sağlamıyorlar mı tedaviyi? Evet. Arkadaşlık sitelerinin özel mesaj kutuları pazarlıklarla dolu mu? Dolu. Öyle mi? Öyle.

Bakın kapitalizmin ticari yaşama getirdiği en büyük getirilerden biri markalaşmak oldu. Markasına değer vermeyen ayakta kalamaz. Mahalle bilgisayarcılarını PC Gold, Vatan gibi markalar batırdı. Onları da Mediamarkt gibi markalar batıracak. Dünyanın geneli gibi markalar da globalleşecek. Don Quijote’un kendi yağında kavrulanları, yel değirmenlerinin küresel markaları temsil ettiği bir yüzyıla girdik.

Affedersiniz ama kaldırım orospusu diye bir şey kalmadı, farkında mısınız? Bostancı – Kartal arası sahildeki adları bilinmeyen taş gibi hatunlar ortadan kayboldu. Siz bunun bir devlet başarısı olduğunu düşünmüyorsunuz değil mi? Bence de düşünmeyin. Çünkü onlar bizim KOBİ’lerden bile önce kavradılar markalaşmanın önemini. Kafası çalışan masaj salonu, temizlik şirketi açıp yönetmeye, kafası çalışmayan da bu “şirketlerde” çalışmaya başladı. Komisyon veriyor, kâr marjı düşüyor ama kafası rahat, güvenli bir ortamda çalışıyor. Büyük kârlar, yüksek kazançlar mazide kaldı, global ekonomide buna yer yok.

Rusya’dan, Ukrayna’dan, Bulgaristan’dan çılgın bir ithalat var. Pazar çok karışık. İnsanlar birbirini yiyorlar, manken olma hevesiyle gelen salak kızlar tavan aralarında, kamyon dorselerinde yurdum ayısına pazarlanıyorlar. Ne onları bu hayvanların hayvanlıklarından, ne de bizim hayvanları onların hastalıklarından koruyacak bir STK var. Bu işe bir çözüm lazım.

Kontrollü suç güzeldir. Las Vegas’ın kurulması New York’taki suç oranını ne kadar düşürdü bilirsiniz. Keza Amsterdam’daki Red Light District… İnsanoğlu zaten suç işlemeye can atan bir ırk.

Adamlar dedi ki, “bu eşekler zaten New York’ta kadın, uyuşturucu, alkol kaçakçılığı yapıyorlar. Bizim polisimiz de devletin verdiği maaşın kat kat fazlasını bu heriflerden rüşvet olarak kazandığı için suça göz yumuyor. Bari bunlara bir yer tahsis edelim, yaptıkları tüm işi de serbest bırakalım, gitsinler orada birbirlerini yesinler, hem kontrol etmiş hem vergi almış oluruz.”

Gittiler çölün ortasına Las Vegas diye bi şehir kurdular, “alın burda tepişin” dediler. Yurt genelinde ithal alkolü de serbest bırakınca onlarca suç örgütü çöktü, suç oranları dibe vurdu.

Üstelik deli gibi de döviz kazandılar, Las Vegas’ın ışıkları dünyanın her köşesinden salak zenginleri topladı. Kelebeklerin ateşin ışığına koşup çıtır çıtır yanması gibi, kumar meraklısı züppeler de Las Vegas’ın ışıklarına koşup masanın her zaman kazandığını öğrenerek yandılar.

Hollanda ne yaptı? Eskiden gemicilere hangi evde ne iş görüldüğünü ifade etmek için kullanılan kırmızı ışıkların en yoğun olduğu bölgeyi seks turizmine açtı. Gelin lan, dedi “burada her şey serbest.”

Siz bunları zaten bilirsiniz, benim demek istediğim başka. Madem bu iş olacak, bari yasal olsun. Düzgün bir kontrol mekanizması olsun, vergi kaçıran cezalandırılsın. İthalatımız belli olsun, Rusya’yla ticaret hacmimiz artsın. Bu iş yasallaştırılıp vergiye zorlanırsa, haksız rekabete sinirlenen bütün yasal pezevenkler bu işi gizli saklı yapanları ihbar ederler zaten. Faturaya %25 eğlence vergisi, %18 KDV, %10 özel “iletişim” vergisi falan eklenir, herkes rahat eder. Anonim şirketlerin en az bir avukat ve mali müşavirle çalışmak zorunda olmaları gibi, bunlar ayrıca bir de özel doktorla çalışsınlar. Jinekologlarımıza yeni bir istihdam kapısı açılsın.

Olmuyor hocam, insanın gücüne gidiyor. Biz bu çılgın rekabet ortamında bir yandan çalışırken bir yandan da sermayeye, personele, reklâma para harcayıp üzerine bir de KDV, ÖİV, Gelir Vergisi, stopaj, Bağkur, SSK falan derken yığınla vergi ödüyoruz, adam orda iki yatak iki de kadın koyduğu evden vergisiz harçsız dünyaları kazanıyor. Biz işçinin maaşını geciktirirsek grev yapıyor, o adamın işçiyi ölüm tehdidiyle çalıştırdığını müşterisi bile bilmiyor. Olmaz! Haksız kazanç var. Bu işe dur demek lazım. Profesyonellik şart!

Bu, işin devlete düşen kısmı. Müşterilerin dileklerini bir sonraki mektubumda belirtirim.

Hayırlı işler, başarılı satışlar dilerim.

Ağustos 2008, İstanbul

Bir de şu konular var

Siz ne dersiniz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.