Siyaset Toplum

Bu sabah andını içtin mi yavrum?

Yıllardır kafamı kurcalayan bir konu, çiçeği burnunda Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu sayesinde bu sıralar pek popüler olmuş.

Mini mini birler, çalışkan ikiler ve diğer bücürler derse girmeden önce, buram buram faşizm kokan Andımız’ı gırtlaklarını yırtarcasına içmeye devam etsinler mi, etmesinler mi?

Sözlerine bakalım mı andımızın?

Türküm, doğruyum, çalışkanım!

İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.

Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim!

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

Ne mutlu Türküm diyene!

Budur! Türk olmayana kafam girsin diye eklemeyi unutmuşlar, bence büyük eksiklik.

Andımız denen bu süper olay, 1930′lu yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı yapan ultra vatansever Reşit Galip tarafından eğitim sistemimize sokuldu ve o günden beri her sabah bu andı söylediğimiz için hepimiz Türk, doğru ve çalışkan olduk.

Biz bu andı içmeye başladıktan tam 12 yıl sonra kafasına atom bombası yiyen Japonya ise, Japon, hatalı ve tembel olduğu için hala teknoloji, android, uzay çalışmaları gibi boş işlerle uğraşıyor.

Andımız’ın hikâyesine Afet İnan’ın Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler kitabında denk geldim. Kitaptaki hikâye ilginç. 1933 yılında 23 Nisan kutlanacak, ultra milliyetçi Reşit Galip evden çıkmadan önce kızlarıyla kutlamak istiyor bayramı. Sonra heyecanla Afet İnan’a gelip anlatıyor, “Sabah kızlarıma bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir ant meydana çıktı. İşte cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı,” diyerek bir kâğıda yazdığı andı gösteriyor.

Nasıl bir babadır, çocuk bayramını çocuklarına cumhuriyet andı içirerek kutlayan adam kurban bayramını nasıl kutlar, düşünmek bile istemiyorum. Reşit Galip’in devrimleri koruma konusunda Atatürk’le bile münakaşaya giriştiği zaten bilinen bir konu. Yani kraldan çok kralcı bir adam var ortada.

1972′de tadilata girmiş andımız, iyice bi’ yenilenip sivrilerek yoluna devam etmiş. Eski sözcükleri ayıklamışlar, “budun”, “millet” olmuş mesela.

Sonra 1997′de yeniden tadilata girmiş. İlkokulda yassaaaaamm diye kükrediğimiz sözcük, ilkeeeem olmuş. Yassa yoh! İlke var!

Andımız’ın varlığı bazen sessiz, bazen sesli tartışıldı. Hatta Erbakan “Sen ‘Türküm doğruyum’ dersen başkası da çıkar ‘Kürdüm doğruyum’ der,” dedi, partisi kapatılırken bu laf da kendisine iade edildi.

Çünkü sadece Türkler doğru olabilirdi. Kürtler hain, Ermeniler çıkarcı, Yahudiler kazıkçı, Lazlar aptal olmalıydı. İzmirli kızların güzel olmasında sorun yoktu, hala yok. Yirim.

GİZEM NERDESİN?

Hiç üşenmedim, Gizem’i buldum size. Bu Gizemcik, 2000 yılında Çanakkale’de şaşırtıcı bir atraksiyona imza atmıştı, hala hatırladıkça gülerim. Yukardaki karikatürdeki gibi arkadaşlarının karşısına çıkıp Andımız’ı içiren Gizem, “ülküm yükselmek ileri gitmektir,” kısmını “ülküm yükselmek, ananızı s..mektir,” şeklinde okuyunca ortalık karışmıştı.

Sonradan başına gelmeyen kalmamıştı kızın; okuldan uzaklaştırılmak, “gençlik nereye gidiyor mirim” tartışmalarına konu mankeni olmak Gizem’e uzun süre hayatı zindan etmişti. O zaman 11 yaşındaydı, şimdi 20 yaşında esprili bi’ genç kız olmuştur, Gizem buralardaysan ses ver!

Büyüklerin bu andı eleştirmesi suçtu. Küçüklerin de yeterince saygı göstermemesi suçtu.

Düşünün ki ilkokul 3. sınıf öğrencisi bir bücürsünüz. Sabah okula gittiğinizde en iyi kükreyen arkadaşlarınızdan biri kürsüye çıkıyor, siz de “sol sağ, uzat kolları, arkadaşının ensesine bak, dörtlü yap, sola dön, sağa dön, indir kolları, rahat, hazrol, dikkayyt!” komutlarını takriben kürsüdeki arkadaşınızın ciyak ciyak bağırarak söylediklerini tekrar ediyorsunuz.

Afrika’da savaşan çocuklardan farkınız, mavi önlüklü olmanız. Ah pardon, siz ayrıca Türk, doğru ve çalışkansınız. Onlar ise Afrikalı kara kara zenciler. Doğru ve çalışkan olmadıkları için açlıktan ölsünler orda, ko’ götüne.

Yeterince bağırmazsanız tokat gelir. Üşüyen ellerinizi cebinize sokarsanız, tokat gelir. Kürsüden başka yere bakarsanız, tokat gelir. Gülümserseniz de yersiniz tokadı; siz çocuk değil, devrimlerin bekçilerisiniz!

Bağıracak o çocuklar, avazları çıktığı kadar. Boyunlarındaki damarlar çıkana, gözleri pörtleyene, suratları kızarana kadar bağırarak varlıklarını Türk varlığına armağan edecekler!

Aralarında Türkiye’yi vatan bellemiş Ermeni, Kürt, Rum, Çerkez, İngiliz çocukları olması önemli değil. Bağırın lan! En çok bağıran en iyi okuyandır!

Bu kadar militarist ve faşist bir ant dünyanın hangi cumhuriyetinde içiriliyor bacak kadar çocuklara, hiç bilmiyorum. Çok farklı ülkelerde çok farklı okulların yanında uyandım, hiçbiri Türkiye’deki ilkokulların yanında uyanmak kadar korkunç değildi. Sabah 400 çocuğun bir arada attığı çığlıklarla uyanmak, yataktan kalkarken savaş baltası aramaya neden olabiliyor.

Ben, okulun tüccar bücürü olarak pek aptal bir öğrenci sayılmazdım. Ama beş yıl boyunca her sabah avazım çıktığı kadar bağırarak içtiğim bu andın sözlerini hiçbir zaman anlamadım. Sadece olması gereken bir ritüeli gerçekleştirmek için sürüye dahil olmak, benim gibi ne dediğini anlamayan yüzlerce öğrenciyle birlikte bağırmak zorundaydım.

“Ben senin gibi aptal değildim, ilkokul boyunca bu andı anlayarak, hissederek içtim,” diyebilecek bir delikanlı çıkarsa ödülü hazır.

Çocukları yetiştirip eğitmek olmadı amacımız hiçbir zaman, cumhuriyet bekçileri, devrimlerin yılmaz koruyucuları yetiştirdik, mini mini sivil subaylarımız oldu, büyüyünce de tek gurur kaynakları Türk olarak doğmak oldu.

Türk olmaktan başka bir gurur kaynağı olmayan bir ülkem, hepsi asker doğan 70 milyonluk bir ordum olduğu için çok mutluyum.

Hayır, ne münasebet, değiştirilmesini veya kaldırılmasını talep etmiyorum. Sonra kızıyorlar, inanmayan buraya baksın.

Ama yine de hatırlatmak isterim, her sabah ant içirmeye zorlamak yerine süt içirmeye zorlasaydınız çocukları, en azından daha sağlıklı nesiller yetiştirebilirdiniz.

Temmuz 2009, İstanbul

Bir de şu konular var

Siz ne dersiniz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.