Yıllar önce bir küçük işletme kurmuştuk. Bölgede plasiyer falan yok, hem satıyor, hem taşıyor, haftada bir kez de Anadolu’ya ambar çıkarıyoruz. Öyle ki, ambar kolimiz bile yok.
Sabahları evden çıkar, mahalleyi gezer, yeni taşınmış evlerden, bakkallardan, manavlardan koli toplardım. Sonra bunları şirkete götürürdüm, ambar için kullanırdık.
Bir Ducato’muz vardı. Haftada bir, bazen iki kez Zeytinburnu’na gider, her ambarla ayrı ayrı pazarlık eder, Ankara, Trabzon, İzmir falan diye tek tek dağıtırdım.
Sonra işler gelişmeye başladı ve dedik ki, Mavi Jeans, Doritos, Ülker kolilerinde ambar çıkarmak artık bize yakışmaz, koli yaptıralım. Birkaç koliciyle görüştük, vur aşağı kır yukarı derken biriyle anlaştık. Koliler şirkete geldiğinde içimiz kıpır kıpır olmuştu. Ambar kolimiz var lan, kurumsallaşmada önemli adım. Bizim için o kadar kıymetli ki o koliler, tahmin edemezsin.
Yeni kolilerle çıkan ilk sevkiyatların ardından Ankara’ya gittim müşteri ziyaretine. Bir bayiye girdim, ambar benden 10 dakika önce gelmiş. Koliyi daha açmamışlar.
Biz oturmuş çay sigara içerken, gözüm bir yandan da kolinin üstünde. Hani boşaltsınlar, ben bunu bagaja atar İstanbul’a götürürüm, yine kullanırız diye düşünüyorum.
O esnada geldi elemanın biri, dur diyemeden falçatayla bir daldı koliye, yırta yırta açtı. İçindekileri boşalttı, kolinin de üzerinde tepinip ezdi, eskiciler alsın diye attı kapının önüne.
Elindeki bıçağı alıp boğazına saplamak istemiştim o gün. O kadar duygulandım, o kadar öfkelendim. Hoş, adamın suçu yok ama benim için kıymetliydi o koli.
O koliye ulaşana kadar kağıt toplayıcılar gibi sabahın beşinde kapı kapı dolaşmış, sağlam, temiz koli aramıştım ben.
Diyeceğim o ki, emekle elde edilen şey ne olursa olsun; ister ambar kolisi, ister altın madalya, isterse araba anahtarı, tadı bambaşka oluyor.
Emeğinize sahip çıkın ve en önemlisi, doğru yere harcayın.
Haziran 2016, İstanbul