Birkaç yıl önce… Prag’dayım. Şehrin biraz dışında, hoş bir apartmanda, bir arkadaşın evinde kalıyoruz.
Bir sabah evden çıktık, arabaya doğru yürürken yaşlıca bir hanımefendi de bizimle birlikte binadan çıktı, kendi arabasına doğru yürümeye başladı.
Bak, dedi bizimki. Bu kadın Prag belediye başkanı.
Haliyle şaşırdım. Prag gibi bir şehrin belediye başkanı nasıl sıradan insanlarla aynı apartmanda oturup VW Beetle ile işe gidebilir ki?
Sonra düşündüm, aslında çok da saçma değildi bu durum. Bu küçük Avrupa ülkelerinde birçok şehrin belediye başkanı bisikletle veya sıradan bir otomobille işe gidiyor, günlük yaşamında o şehrin halkından farklı davranmıyor.
Çünkü hepsi görevinin bilincinde. Şehir sakinleri tarafından görevlendirilmiş, işleyen düzeni yürütmekten sorumlu bir memur olduğunun farkında. Özel bir insan olmadığını, parkları süpüren veya kanalizasyonları temizleyen işçiden farklı olmadığını biliyor. Kendisine verilen görevi yapmaya çalışıyor.
Şehir yüzyıllardır değişmemiş, altyapı en başta doğru kurulmuş, inşaat, arsa, emlak, istimlak kavgaları yok denecek kadar az seviyede.
Kurallar uyulabilecek seviye ve mantıkta, kişiye göre özel işlemler yapmak gerekmiyor. Sistem doğru kurulunca belediye başkanının da korkacak, tehditler alacak bir durumu olmuyor.
Bizdeyse durum farklı. Başkanların büyük kısmı kültürsüz bir tarım toplumundan geldiği için mevcut mevkiiyle caka satmanın peşinde. Her başkan şehir veya ilçeyi kendi kafasına göre düzenlediği, neredeyse tüm kural ve kanunlar yoruma açık olduğu için düşman çok. Bu iki durum bol bol koruma, konvoy, makam araçları ve buram buram Orta Doğu kokan zevksiz makam odalarına sebep oluyor.
“Bana oy ver n’olur,” diye gezen adamları “haydi bakalım çalış” diyerek seçen halk, adam seçilince “çalış diye oy verdik, işini nasıl yapıyorsun,” diye hesap sormak yerine karşısında önünü ilikleyip başkanım demeye başladığı için de bu düzenin değişmesi çok zor.
Öyle saça böyle tarak.
Kasım 2020, İstanbul