Romanya! Kuzeyi ne kadar hoşsa güneyi o kadar boş ülke. Transilvanya’nın korkutucu hikayelerine, cinlere, perilere, sislere, ormanlara ev sahipliği yapan ülke.
Tüm doğal güzelliklerini Karpat Dağları’na borçlu olan Romanya, eli kanlı voyvodaların, cesur kontların ve savaşların mirasını yaşamaya çalışıyor.
Satabildiği en önemli turistik değerler Transilvanya maceraları, gotik hikayeler, vampir masalları, Drakula, Hagi ve Inna’dan ibaret maalesef. Ancak hakkını vermek lazım, iyi başarıyorlar bunu.
Vşad Tepeş’in bir günlüğüne uğradığı şatoyu allayıp pullayan Bran, mutlu mezarlığıyla neşe saçan Maramureş, Vlad Tepeş’in doğduğu şehir olmakla gururlanan Sighişoara, 2007 Avrupa Kültür Başkenti Sibiu, 11 üniversitesiyle Avrupa Gençlik Başkenti Cluj, bir peri masalı gibi romantik Braşov, Karadeniz’i tropik okyanus edasıyla pazarlayan Köstence ve elbette gece hayatıyla övünen Bükreş. Alayını toplasan bir Braşov etmez ama adamlar pazarlıyor işte.
Ülkenin her şehrine farklı hikayeler yazıp Dacialara kadar uzanan tarihlerini bir şekilde bugüne bağlıyorlar. Hünyadi Yanoş, Vlad Tepeş gibi haydut voyvodaları bile bir şekilde nakite çeviriyorlar.
Sadece Karpatlara değil, Fagaraş gibi doğa parçalarına da karavan parkları yapıyor, motorcudan, karavancıdan, her türlü maceracıdan üç beş koparmaya çalışıyorlar. Aynı dağda kışın kayak, yazın yamaç paraşütü satıyorlar.
İşin ilginci, bu turistik hikayelerin temelini atan da bugün mezarına tükürdükleri Çavuşesku.
Biz de Hasankeyf’i dinamitlerle yıkıyor, antik kentleri barajlara gömüyor, sahillerimizde yer kalmayınca yemyeşil yaylalarımıza beş yıldızlı oteller dikiyoruz.
Efsanelerimizden, masallarımızdan, tarihi değerlerimizden kendi halkımızın bile haberi yok.
Turistik becerilerimiz, Avrupa’nın en gariban ülkelerinden biri olan Romanya’nın bile gerisinde. Akıl alır gibi değil.
Aralık 2019, Braşov, Romanya